8 Ocak 2014 Çarşamba

İstiklal Marşı 10 Kıta Full.

İstiklal Marşımızın 10 kıtası için yukarıdaki bağlantıya tıklayabilirsin.

İstiklal Marşı 10 Kıta Full ( Yazı )

İstiklal Marşı


Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.


Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Mehmet Akif ERSOY
İstiklal Marşı dinlemek için Tıklayınız
(*) T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Cumhur Başkanlığı Senfoni Orkestrası & Devlet Çoksesli Müzik Korosu Şef Rengim Gökmen (Bit Değeri 128kbps, 2 Kanal (stereo), Ses Örnekleme 44khz)


İSTİKLAL MARŞI’NIN KABULÜ


23 Nisan 1920 günü Meclis açılmış. İstiklal harbi başlamış. Ordularımız, Anadolu'yu işgal edenlerle savaşıyor. Yunan ordusu Ankara yakınlarına kadar ilerlemiş. Meclis bu ortamda, yeni kurulan Türk Devleti için bir İstiklal Marşı hazırlatmak istiyor. 1920 yılı sonlarında bu amaçla bir şiir yarışması açılıyor.
Katılımcılara 6 ay süre veriliyor.
İstiklal Marşı yarışmasına bu süre içerisinde tam 724 şiir gönderiliyor. O zamanki adıyla Maarif Vekaleti, yani Milli Eğitim Bakanlığı, bu şiirleri değerlendirmek için bir komisyon kuruyor. O dönemin Türkiye'sinde iletişim olanaklarının neredeyse sıfır olduğu bir ülkede yarışmaya katılan 724 şiir tek tek okunuyor, içlerinden 6 şiir elemeyi geçip Meclis Matbaası tarafından bastırılıyor ve milletvekillerine dağıtılıyor.
Ayrıca kazanan şiir için 500 lira ödül var. O zaman için çok büyük bir para.
O sırada Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ankara' da yaşayan ve aynı zamanda milletvekili olan ünlü şairimiz Mehmet Akif (Ersoy)' dan da bir şiir istiyor.
Bunun üzerine Mehmet Akif Bey "Ben mebusum (milletvekiliyim), müsabakaya katılmam. Ayrıca bir şiir yazıp size veririm" diyor.
Evinde yazmaya başlıyor ve "Kahraman ordumuza" ithaf ettiği şiir bittiğinde, Maarif Vekaleti' ne teslim ediyor.
Böylece yarışmaya 7. şiir de katılmış oluyor.
Müsabaka sonuçlanıyor. Mehmet Akif Bey' in şiiri Meclis kürsüsünden Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından büyük bir coşkuyla okunuyor.
Büyük tezahürat ve alkışlar arasında ve oybirliği ile İstiklal Marşı olarak kabul ediliyor.
Tarih 12 Mart 1921.
İstiklal Marşı şiiri kabul edildikten hemen sonra, kürsüden bir kez daha okunuyor ve bütün milletvekilleri bu kez ayakta dinliyor. Meclis yetkilileri birkaç gün sonra Mehmet Akif Bey' e 500 liralık para ödülünü vermeye geliyorlar. Almayı reddediyor.
"Ben müsabakaya girmedim. Bu para benim hakkım değildir ve bana ait değildir" diyor.
Meclis yetkilileri ısrar ediyor. "Bu parayı kasamızda tutamayız. Siz alın, isterseniz bir yere bağışlayın" diyorlar.
Mehmet Akif Bey bunun üzerine parayı alıyor ve hastanede yatmakta olan gazilerimize bağışlıyor.
 
İSTİKLAL MARŞI’NIN ŞAİRİ


Mehmet Akif Ersoy 1873 yılında İstanbul’da doğdu. 27 Aralık 1936’da aynı kentte vefat etti.
Mehmet Akif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de "Hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı.
Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık yaptı. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-i Umûmiye hocalığına tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürresad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı. 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı.
Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusunda görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfünun’da edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti.
I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanların eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akisini Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi.
Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirliyle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi.
Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'teki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebilürresad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmet Akif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü.
Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı.
Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Mehmet Akif Ersoy 27 Aralık 1936'da İstanbul'da öldü.
Mehmet Akif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas Fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren manzum hikâye biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygısı onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmet Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir.
Konuşma diline yaşlandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir.
Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur. Mehmet Akif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar.
Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı her şeyin üstünde tutar.
Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği anlayışına bağlı kalarak "Sanat sanat içindir" görüsüne karşı çıkmış, "Libas hizmetini, gıda vazifesini" gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir.
Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmet Akif tarafından yazılmıştır. Mehmet Akif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan bu gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır.
Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur.
Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir.
Mehmet Akif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sinir çekmeye çalışmıştır.

Atatürk'ün Hayatı

Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
  • Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
  • Çukurova, Gaziantep, Kahramanmaraş Şanlıurfa savunmaları (1919- 1921)
  • I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
  • II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
  • Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
  • Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihandabarış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.
Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı.
Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz:
1. Siyasal Devrimler:
  • Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
  • Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
  • Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
2. Toplumsal Devrimler
  • Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)
  • Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)
  • Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
  • Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)
  • Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)
  • Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)
3. Hukuk Devrimi :
  • Mecellenin kaldırılması (1924-1937)
  • Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)
4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler:
  • Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
  • Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)
  • Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)
  • Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)
  • Güzel sanatlarda yenilikler
5. Ekonomi Alanında Devrimler:
  • Aşârın kaldırılması
  • Çiftçinin özendirilmesi
  • Örnek çiftliklerin kurulması
  • Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması
  • I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı.Fransızca ve Almanca biliyordu.


ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ


Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun düştü. Ülkü edindiği millî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu.
Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat, çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı.
29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir.
Atatürk 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti belirtti. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı.
Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda katafalka konuldu.
Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyi İzmit'e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi.
Atatürk'ün vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Mîllet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.

Mercimek ( İki Çeşiti )

Kırmızı tanelileriyle yapılan çorbasını severek içtiğimiz; yeşil taneleriyle hazırlanan salata, yemek ve köftesini keyifle yediğimiz doğal protein kaynağı Mercimek bitkisi, Baklagiller'dendir. Anayurdu Akdeniz havzası ve Anadolu olan biryıllık tarım bitkisi mercimek, buradan dünyanın öteki kesimlerine de yayılmıştır.

Türkiye, mercimek üretiminde dünyada başta gelen ülkelerden biridir. Kısa boylu, sarılgan, gösterişsiz bir bitki olan mercimeğin sapında, karşılıklı dizili birleşik yapraklan, yaprak saplarında sülükleri ve beyaz renkte açan çiçekleri vardır. Bu çiçeklerin döllenmesi ve olgunlaşmasıyla büyüyen geniş ama kısa boylu badıcın içinde, ikişer adet tohumu oluşur.

İşte bu ufak, yassı ve yuvarlak biçimli tohumlara mercimek denir, iki önemli çeşidi olan mercimeklerin kırmızı tanelileri daha küçük, yeşil tanelileri biraz daha büyük ama ince olurlar. Kuru sebze olarak sıkça tüketilen mercimeğin protein bakımından zengin olan tüm bitkisi, taneleri hasat edildikten sonra hayvanlara yem olarak verilir.


BESİN DEĞERLERİ

100 gr. kuru mercimeğin içerdiği besin değerleri şunlardır: 340 kalori; 24.7 gr. protein; 22 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 1,1 gr. yağ; 1,5 gr. lif: 145 mgr. fosfor; 79 mgr. kalsiyum; 6,8 mgr. demir; 6,8 mgr. sodyum; 370 mgr. potasyum; 60 IU A vitamini; 0,37 mgr. B1 vitamini; 0,32 mgr. B2 vitamini; 2 mgr. B3 vitamini ve yüksek oranda folik asit.

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

Yukarıda görüldüğü gibi yüksek oranlı besin değerleri olan mercimek, bu özelliğinin yanı sıra;

o Kandaki kötü kolesterol düzeyini düşürür: Böylece kalp krizi geçirme rizikosunu azaltır; kalp dostu bir besin olduğunu kanıtlar.

o Yüksek oranda lif içermesi nedeniyle mercimek, şeker hastaları için değerli bir besindir: Çünkü insülin ve kan şekerini düşürür.

o Yüksek lif içeriğiyle pekliğe iyi gelir ve kalın bağırsakların çalışmasını düzene sokar. Hemoroit ve diğer kalın bağırsak sorunlarında iyileştirici etkiler yapar.

o Mercimek, içerdiği yüksek orandaki demir ve folik asit nedeniyle kansızlığı önler.

o Zengin potasyum içermesi nedeniyle yüksek tansiyonu düşürücü etkiler yapar.

o Mercimek içerdiği maddelerle bedenin kansere yakalanma rizikosunu azaltır.

Sağlığımızı destekleyici bütün bu önemli etkilerinden yararlanmak üzere, mercimeğin günlük diyetimize katılması, olabildiğince sıkça ve bolca yenilmesi öğütlenmektedir.

KISACA BİTKİSİNİN ÜRETİLMESİ VE YETİŞTİRİLMESİ

Toprak bakımından seçici olmayan, ılıman ve kurak iklimlerin bitkisi mercimek, tohumlarıyla (bayat olmayan mercimek taneleriyle) çoğaltılır. Güneydoğu Anadolu bölgemizde kırmızı mercimek, kışlık ekim olarak kasım ayında; Orta Anadolu ve ara bölgelerde yeşil mercimek, yazlık ekim olarak mart ayında daha önceden hazırlanmış tarlalara mibzerle ya da serpme şeklinde ekilir. Kurak bölgelerde yağmura dayalı olarak yetişen mercimek baklagillerden olduğu için gübre olarak azota gereksinmez. Bitkiye fosfatlı fenni gübre verilir.

Mercimek fide döneminde çok yavaş gelişir ve yabani otlarla rekabet edemez. Yabani ot mücadelesi yapılmazsa verimi çok düşer. Yabani otlarla en iyi mücadele şekli, bu otların elle yolunmasıdır. Mercimek tohumları olgunlaşıp bitki sarardığında, bitki sabahın erken saatlerinde elle yolunarak hasat edilir. Sökülen bitkiler 5-6 gün tarlada bırakılarak kurutulur. Çok geniş tarlalarda hasat, biçerdöverlerle yapılır. Mercimek bahçe bitkisi olmadığı, tarımı tarlalarda ve geniş alanlarda yapıldığı için bu kadar bilgi vermekle yetiniyoruz.



Tere.

Baharlı çeşnisinden ötürü yaprakları yemek ve salatalara katılarak ya da öylece yenilen Tere bitkisi, Turpgillerdendir. Anayurdu Asya kıtası olan ve 20-50 cm. kadar boylanabilen bir yıllık otsu tere bitkisi ülkemizde bolca yetiştirilmekte, Anadolu'da yabani örneklerine kırlarda rastlanmaktadır.

Bitkinin, yeşil renkli çok parçalı yaprakları ve beyaz ya da pembe renkli çiçekleri vardır. Yapraklarının tadı biraz acı ve yakıcıdır. Kokusu da hoş olmadığı halde vitamin ve mineraller yönünden çok zengin ve iştah açıcı olan bu yapraklar, salatalara çeşni vermesi için katılır. Kemikli kuzu ya da koyun etiyle, tere kebabı adı verilen özel bir yemeği yapılır.

BESİN DEĞERLERİ
100 gr. taze terenin içerdiği besin değerleri şunlardır: 32 kalori; 2,6 gr. protein; 5,5 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,7 gr. yağ; 1,1 gr. lif; 76 mgr. fosfor; 81 mgr. kalsiyum; 13 mgr. demir; 14 mgr. sodyum; 606 mgr. potasyum: 930 IU A vitamini; 0,08 mgr. B1 vitamini; 0.26 mgr. B2 vitamini; l mgr. B3 vitamini: 0.24 mgr. B6 vitamini: 69 mgr. C vitamini ve 0,7 mgr. E vitamini.

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

Hiç önemsenmeyen ve hatta küçümsenen tere bitkisi, yukarıda görüldüğü gibi çok önemli oranlarda doğal vitamin ve mineral içermektedir. Bunun yanı sıra;

o Tere iştah açıcı bir besindir.

o Lif oranı yüksek olduğu için peklikten şikâyetçi olan kişilere iyi gelir.

BİTKİSİNİN ÜRETİLMESİ

Yetiştirilmesi oldukça kolay bir bitki olan tere, tohumlarıyla çoğaltılır. Yaz mevsiminde hasat edilecek tereler, derin kazılmış ve iyi gübrelenmiş tereliklere (tere yatağı), mart ayında tohumları serpilerek ekilir ve üzerleri ince bir toprak tabakasıyla kapatılır.

Kısa zamanda çimlenen bitki, zayıf olanları sökülerek seyreltilir. Ya da tohumlar başlangıçta 30 cm. aralıklı sıralara yan yana ekilir. Çimlendikten sonra gene seyreltme yapılır. Kış mevsiminde hasat edilecek tere tohumlan, sonbaharda yukarıda açıklanan şekilde ekilir.

BİTKİSİNİN YETİŞTİRİLMESİ

İklim isteği: Ilıman iklimlerin bitkisi olan tere, yarıgölge ve gölge yerleri sever. Tere, yaz mevsiminde yakıcı güneşten korunmalıdır.

Toprak ve gübreleme isteği: Tere, bol humuslu ve organik madde yönünden zengin bahçe toprağını sever. Bu nedenle terelik hazırlanırken derin kazılmış toprağa, bol bol iyi yanmış çiftlik gübresi ya da kompost gübre verilmelidir.

Sulama: Suyu seven bitki olan tere, yazın sıkça sulanır ve toprağının nemli olmasına özen gösterilir.

Hasat (Derim): Tere, tohumlarının ekilmesinden 8 hafta kadar sonra hasat edilecek hale gelir. Genç bitkilerde önce dış yapraklar, yaşlı bitkilerde ortadaki yapraklar koparılarak hasat edilir.

Turp.

Değişik çeşnileriyle iştah açıcı Turp adlı kök sebzesini veren, Turpgiller'in örnek bitkileridir. Anayurduna ilişkin çeşitli görüşler ileri sürülen ve bu konuda Eski Mısır'dan Çin ve Japonya'ya kadar pek çok yerin adı sayılan, ülkemizin hemen hemen her yerinde bol bol yetiştirilebilen Turpların birçok türü ve çeşidi vardır.

60-90 cm'ye kadar boylanabilen çiçek saplarıyla turplar, çeşitlerine göre bir ya da ikiyıllık otsu bitkilerdir. Taşıdıkları birçok özelliğe göre sınıflandırılan turpları en pratik sınıflandırma yöntemi, yetiştirilme mevsimlerine göre ayrılmalarıdır. Buna göre turplar ilkbahar çeşitleri, yaz çeşitleri ve kışlık çeşitler olarak ayrılırlar. Genelde turp bitkisinin alt yaprakları yayvan ve genişçe, üst yaprakları tırtıklı ya da çentikli olur. Çiçekleri mor, beyaz veya sarı renklerde açar.

Turpun meyvesi, hardalınkine benzer: Küçük, küremsi biçimli, kırmızımtırak kahverengi ve yakıcı kokuludur. Yabani turpların kökü kazık biçimindeyken yenebilen bahçe turplarının kökü yumru biçimindedir, işte bu kökler, yılın çeşitli mevsimlerinde yetiştirilebildiği, baharlı ve lezzetli olduğu ve zamanında hasat edildiği takdirde önemli besin değerlerinin yanı sıra gevrek ve iştah açıcı özellikler taşıdığı için sofralarımızda çerez olarak ve beğenilerek yer alırlar. En tanınmış turp türleri kırmızı turp ile kara turptur (bayırturpu).

BESİN DEĞERLERİ

100 gr. taze turpun içerdiği besin değerleri şunlardır: 15 kalori; 1 gr. protein; 2,8 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; eser miktarda yağ; 0,7 gr. lif; 27 mgr. fosfor; 43,7 mgr. kalsiyum; 1.9 mgr. demir: 59 mgr. sodyum; 241 mgr. potasyum: 11 mgr. magnezyum; eser miktarda A vitamini; 0,04 mgr. B1 vitamini; 0,02 mgr. B2 vitamini; 0,2 mgr. B3 vitamini; 0,1 mgr. B6 vitamini; 10 mcgr. folik asit ve 25 mgr. C vitamini.

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

Yukarıda sayılan ve bazıları çok önemli oranlara varan besin değerlerinin yanı sıra;

o Turp, familyasındaki diğer sebzeler gibi, bedenin bazı kanser hastalıklarına yakalanma rizikosunu en aza indirger: Bu kanser türleri arasında akciğer ve kalınbağırsak kanserleri sayılabilir.

o Yüksek oranda içerdiği antioksidan maddelerle kalp hastalığına yakalanma, felç geçirme ve katarakt illetine tutulma rizikolarını da önemli ölçülerde azaltır.

o Turp, içerdiği yüksek oranda demir ve folik asidiyle, kansızlığı ve ayrıca gebe kadınların spina bifida (omurganın bir yanının açık olması) hastalığı taşıyan çocuk doğurma rizikosunu en aza indirir.

o Turp, içerdiği yüksek orandaki potasyumla, yüksek tansiyonu düşürür.

o Turpun halk hekimliğinde geniş bir uygulama alanı bulunmaktadır: Bu uygulamaları şöylece özetleyebiliriz: Böbrek ve safra kesesinden taş düşürmede, ses kısıklığında, bademcik enfeksiyonunda, romatizma yangılarının hafifletilmesinde ve emzikli kadınlarda süt gelişini artırmada kişilerin bolca turp yemeleri öğütlenmektedir. Ayrıca sıkılarak elde edilmiş turp suyu, öksürüğe ve bronşite iyi gelir.

Dikkat: Turpgiller familyasındaki diğer sebzeler gibi, turp da bedenin iyot emilimini azaltır. Haftada 3-4 kezden daha sık turp yiyen kişilerin, iyotça zengin besinler ve iyotlu tuz almalarında yarar vardır. Özellikle içme suyunun az iyot içerdiği yörelerde bu durum dikkate alınmalıdır.

BİTKİSİNİN ÜRETİLMESİ

Tüm turp çeşitleri tohumlarıyla çoğaltılır. Tohumlar, bitkinin yetiştirileceği yere doğrudan doğruya serpme yöntemiyle ekilir ve çimlendikten sonra zayıf fideler seyreltilir. Ya da sıra üzerine ufak köklü turpların tohumları 5-10 cm., iri köklü turpların tohumları 10-20 cm. aralıkla ekilir.

Tohumların ekimi toprak tavındayken yapılmalı, bu gerçekleşemezse ekilen tohumlara can suyu verilmelidir. Turp bitkilerinin ekileceği toprak derince kazılmış ve gübrelenmiş olmalıdır.

BİTKİSİNİN YETİŞTİRİLMESİ

İklim isteği: Turp, ılık ve serin iklim bitkisidir. Fazla soğuk havalardan korktuğu gibi, aşırı sıcaklardan da hoşlanmaz. İlkbahar ve sonbahar arasındaki sıcak ve kurak dönemde düzenli olarak sulanmazsa ürün niteliği bozulacağı gibi, bitki hızla çiçeğe kalkar. Bu bakımdan turp bitkisi, yazın yüksek yörelerde ve bahçelerin serin köşelerinde yetiştirilmelidir.

Toprak isteği: Turp bitkisi derin, geçirgen, serin ve organik madde yönünden zengin toprakları sever. Erkenci çeşitleri için hafif karakterli topraklar, özellikle kumlu, kumlu -tınlı ve bitek milli topraklar yeğlenmelidir. Ancak, tümüyle kum olan ya da ağır karakterli topraklar turpa uygun değildir. İri turp çeşitleri, genelde tınlı ve hafif killi-tınlı topraklarda iyi sonuç verir.

Sulama: Yukarıda da belirtildiği gibi, turp bitkisi yaz mevsiminde kurak ve sıcak dönemlerde düzenli olarak bol bol sulanmalıdır.

Gübreleme: Taze çiftlik gübresinden hiç hoşlanmayan turpa böyle gübreler verilirse bitki istenen nitelikte kök ürünü vermek yerine, toprak üstünde çok sayıda güçlü yeşil bölümlerini geliştirir. Şu halde turpa, çok iyi yanmış çiftlik gübresi ile azotu az, potaslı ve fosfatlı kompoze fenni gübreler verilmelidir.

Hasat (Derim): Turp bitkileri, tohumlarının ekiminden başlayarak, yazlık çeşitleri 3-6 hafta, kışlık çeşitleri 10-12 hafta içinde hasat edilecek duruma gelir. Bitkinin hasadı tam zamanında, kökler çeşidin normal büyüklüğüne ulaştığında geciktirilmeden yapılmalıdır. Aksi takdirde köklerin içi koflaşır, liflenerek kökün yenilme değerini yitirmesine neden olur. Hasat halindeki bitkinin toprağı son kez sulanıp nemli tutulacağından, bitki elle çekilerek kökü kolayca çekilip çıkarılır ve kök hasat edilmiş olur.

Hastalık ve zararlılarıyla mücadele: Turp bitkilerine dadanacak zararlı ve hastalıklara karşı, uzmanlara danışılarak ve uygun tarım koruma ilaçları kullanılarak eksiksiz, zamanında ve aksatılmadan mücadele sürdürülmelidir.

Fasulye ( İki Çeşiti )

 Tazesiyle kurusuyla mükemmel bir besin olan ve sağlığa yararlı birçok etkisi bulunan Fasulye'leri veren bitkiler, Baklagiller'dendir. Anayurdu Amerika kıtası olan ve on altıncı yüzyılda Avrupa'ya getirilip oradan tüm dünyaya yayılarak yetiştirilmeye başlanan fasulyeler, genellikle bir yıllık sarılgan otsu bitkilerdir. Birçok türü bulunan fasulyeler, sırık fasulyeleri ve bodur fasulyeler olarak iki ana gruba ayrılır. Sırık fasulyelerinin çalı, ayşekadın, şeker ve barbunya gibi türleri; bodur fasulyelerin yer ve ferasetsiz adı verilen türleri vardır. Önceki yıllarda soya ve börülceler fasulye grupları içinde sayılırken son zamanlarda kendi özel başlıkları altında tanıtılmaktadır. Sırık fasulyeleri 3 m'ye kadar boylanabilirken yer fasulyelerinde boylanma çok daha az olur. Fasulye bitkilerinin yuvarlak kesitli dayanıklı gövdeleri; türlere göre rengi yeşilin tonlarında değişen, sapları farklı uzunlukta olan ve uçları sivri yaprakları vardır. Fasulyenin yaprakları güneşten fazla hoşlanmadığı için, yaprak sapının gövdeye bağlandığı yerdeki şişkinlikler sapları hareket ettirerek yaprağın güneşe karşı meyilli durmasını sağlar. Fasulye bitkisinin çiçekleri türlere göre beyaz, sarı, kırmızı ve morumsu renk tonlarında olur. Erselik özellik de taşıyan bu çiçekler, kendi kendini döller. Döllenen çiçekler bir badıç (bakla) oluşturur. Bu badıcın içinde bitkinin tohumları, çeşitli türlere göre sayıları 4-10 arasında değişerek oluşur. Fasulye tohumları (çekirdekleri) gene türlere göre beyaz, bej, siyah, kahverengi, kırmızı ya da vişne renginde veya çok değişen renklerde lekeli olur. Fasulye bitkisinin taze sebze olarak tüketilen badıcında göz önüne alınan en önemli özellik, badıcın yanlarında gömülü olarak uzanan kılçığıdır. Bitkinin ıslah çalışmalarında, kılçığın en ince hale getirilmesi amaçlanır. Fasulyenin kurumuş badıcı ayıklandığında ortaya çıkan tohumları kuru sebze olarak tüketilir. Taze ve kurusuyla fasulye, Türk mutfağının vazgeçilmez sebzelerinin başında gelmektedir.
BESİN DEĞERLERİÇeşitli türlerdeki taze fasulyelerin 100 gramının içerdiği ortalama besin değerleri şöylece sıralanabilir: 25-103 kalori; 1,6-8,4 gr. protein; 5,4 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,2 gr. yağ; 1-6.7 gr. lif; 37 mgr. fosfor; 37-50 mgr. kalsiyum; 0,6-2,5 mgr. demir; 4 mgr. sodyum; 151-420 mgr. potasyum; l mgr. çinko; 540 IU A vitamini; 0,07 mgr. B1 vitamini; 0,9 mgr. B2 vitamini; 0,5 mgr. B3 vitamini; 42 mcgr. folik asit ve 12 mgr. C vitamini.
Oysa, kuru fasulyenin besin değerleri çok yüksektir. 100 gr. kuru fasulyenin ortalama besin değerleri şöyle sıralanabilir: 340 kalori: 23 gr. protein: 21.2 gr. karbonhidrat: 0 kolesterol; 1,6 gr. yağ; 1,5 gr. lif; 148 mgr. fosfor: 144 mgr. kalsiyum: 7,8 mgr. demir: 416 mgr. potasyum: 0.65 mgr. B1 vitamini: 0,22 mgr. B2 vitamini: 2,4 mgr. B3 vitamini ve 1.1 mgr. E vitamini. İşte bu nedenle uzmanlar, kuru fasulyenin sıkça tüketilmesini öğütlemektedir.
SAĞLIĞIMIZA YARARLARIFasulyeler kandaki kötü kolesterol düzeyini önemli ölçüde düşürürler. ABD'de son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalarda, diyetlerinde düzenli olarak çeşitli fasulyelere yer veren kişilerin, üç haftalık böyle bir diyetten sonra kötü kolesterol düzeylerinde %19'lara varan düşüşlerin yaşandığını saptamıştır.
Potasyum oram yüksek olan fasulyelerin düzenli olarak alımı, yüksek tansiyonu düşürmektedir.
Zengin lif içeriğiyle fasulyeler, peklik (kabızlık) çeken kişilere iyi gelir, ayrıca kalınbağırsak ve hemoroit sorunları çekenler de fasulyelerden yararlanmalıdır.
Fasulyeler, yüksek oranlı demir içeriğiyle kansızlığı ve folik asit içeriğiyle gebe kadınların spina bifida (omurganın bir yanının açık olması) hastalığına yakalanmış çocuk doğurma rizikosunu en aza indirir.
Fasulyeler, ensülin ve kan sekeri düzeyini kontrol altında tutarak seker hastalarına yardımcı olurlar.
Fasulyeler, yüksek oranlı antioksidan içeriğiyle bedenin kansere yakalanması rizikosunu azaltır: Bu bağlamda, özellikle kadınlarda meme kanserleri ve genellikle kalınbağırsak kanserleri sayılabilir.
İşte sağlığa yararlı bu pek önemli etkilerinden faydalanılmak üzere kuru fasulyelerin günde 55-60 gr. ve taze fasulyelerin 100-120 gr'lık bir miktarının günlük diyetimize katılarak alınması uzmanlarca öğütlenmektedir.
BİTKİSİNİN ÜRETİLMESİFasulye bitkisi, tohumlarıyla (kurutulmuş çekirdekleriyle) çoğaltılır. Tohumlar ilkbaharda ve iklimin uygun olduğu yörelerde ikinci ekim olarak sonbaharda doğrudan doğruya bahçemizde hazırlanacak yerlerine ekilir. Bitkinin çimlenmesi için havanın 18-30 derece sıcaklıkta ve toprağın nemli olması gerekir. Bu nedenle uygun sıcaklıklarda tohumların birkaç gün önceden sulanıp tava gelmiş toprağa ekilmesi doğru olur. Tohumlar sıralara ekilir ve sıra üzerindeki aralıklar sırık fasulyeler için 20-30, bodur fasulyeler için 15-20 cm.; ekilecek toprak derinliği 3-5 cm. olmalıdır.BİTKİSİNİN YETİŞTİRİLMESİİklim isteği: Fasulye, ılık iklimlerin bitkisidir. Donlardan çok korkar. İlkbahar ve sonbahar arasındaki dönemde rahatlıkla yetiştirilebilir. Sıcaklık -2, -3 derecelere düştüğünde bitki büyük ölçüde zarar görür. Ülkemizde ılık bölgelerde ilkbahar ve sonbaharda ekimi yapılarak yılda iki kez yetiştiriciliği sürdürülebilir. Bitkinin en iyi gelişimi ve yüksek ürün verimi 15,5-21 derecelerde gerçekleşmektedir.
Toprak isteği: Fasulyeler ıslah edilmiş kumlu topraklardan orta ağır topraklara kadar pek çok toprak tipinde yetiştirilebilir. Ancak derin, geçirgen, su tutma yeteneği yerinde olan ve organik madde yönünden zengin toprakları yeğler. Fasulyeler fazla asitli toprakları sevmez. Bitki için toprak pH'ı 5,5-6,7 olmalıdır. Toprak asiditesi yüksekse, fasulye yetiştiriciliği için toprağa sönmüş kireç katılması gerekir. Toprak işleme: Tohumlarının ekiminden 7-10 gün kadar sonra fasulyeler çimlenmeye başlar. Çimlenme böylece başladıktan sonra toprağın kabartılması, yabani ot mücadelesinin yapılması ve toprak yüzeyinde yağış ve sulamalar nedeniyle oluşan kaymak tabakasının kırılması amaçlarıyla toprağın düzenli olarak çapalanması gerekir. Sert kaymak tabakasını kırıp toprak yüzeyine çıkamayan fideler için toprağın kaymağının, fideleri zedelemeden bir sopayla kırılması iyi olur. Bazı üreticiler fasulyenin yetiştirildiği toprağa bir miktar kompost (yaprak çürüntüsü) dökerek bu sorunu çözer. Fideler çimlenip toprak üzerinde görününce, yapılan ilk çapalama işleminden sonra ikinci çapa yapılır ve bitkinin boğazı hafifçe doldurulur. Bundan sonra bitki iyice gelişinceye kadar 2-3 hafta aralıklarla çapalama işlemleri yinelenerek sürdürülür. Sulama: Fasulyelerin iyi gelişmesi, bol ve iyi nitelikli ürün alınması için bitkilerin sulanmaları büyük önem taşır. Fasulyelerde ilk meyveler görülünceye kadar su verilmesinden kaçınılırsa da, havalar çok sıcak ve kurak gidiyorsa bitkiye bir-iki kez makul düzeyde su verilmesi gerekir. Fasulye bitkisi iyice çiçeklenip ürün vermeye başlayınca, sulama işi de artık düzenle sürdürülür. Hava durumuna göre, 4-5 günde bir yeterli miktarda sulama yapılırsa ürün miktarı ve niteliği yükselir. Gübreleme: Tüm baklagillerde olduğu gibi, fasulyelerde de bitkinin kökünde havadaki serbest azotu tutan yumrucuklar vardır. Bunlar hem bitkinin kendisi hem de aynı toprağa daha sonra ekilecek bitkiler için bir avantaj oluşturur. Böylece havanın azotunu alarak çimlenen fasulyeler için daha sonra gene azot ile potas ve fosfatların verilmesi gerekir. Yapılacak toprak analizine göre saptanan miktar ve oranlarda fenni kompoze gübre, üç parti halinde ve çapalama işlemlerinden sonra verilmelidir. Ancak, fenni gübreler fasulye bitkisinin kökünden en az 5 cm. uzağa dökülmelidir. Herekleme: Sarılgan ve yüksek boylu bir bitki olan sırık fasulyelerinin yetiştiriciliğinde yerine getirilmesi gereken önemli bakım işlerinden biri de bitkinin bir askıya alınarak desteklenmesidir. Ülkemizde bu iş, genellikle herek adı verilen 1,5-2 m. uzunlukta ve 3-4 cm. kalınlıkta ağaç dalları, kargı kamışları ya da özel madeni direkler kullanılıp bunların bitkinin yanına dikilmesiyle gerçekleştirilir. Herekleme işinde ekonomi sağlamak üzere, sıra üzerindeki iki fasulye bitkisinin ortasına bir herek dikilerek iki bitkinin aynı direğe bağlanması sağlanır. Hasat (Derim): Fasulyelerin hasadında en iyi zaman, badıçların gerçek büyüklüğünün 1/3'ü ya da en çok 1/2'sine ulaşıldığı zamandır. Bu zaman geçirilirse badıçlar selülozlaşma sonucu sertleşir, tanelerin yenilmesi keyfi yitirilir ve özellikle kılçıklı türlerde sertleşen kılçıklar yemeği yeme sırasında insanın sinirlerini bozacak hale gelir. Fasulye bitkisinin hasadı, badıçların elle koparılarak toplanması şeklinde yapılır. Hastalık ve zararlılarıyla mücadele: Fasulye bitkilerine dadanacak zararlı ve hastalıklarla, uzmanlara danışılarak ve uygun tarım koruma ilaçları kullanılarak zamanında, eksiksiz ve aksatılmadan mücadele sürdürülmelidir.